HASAN CAN
Active member
"Ey iman edenler! Allah’tan ittikâ edin ve sadıklarla beraber olun!" (et-Tevbe, 119) Kalbin mâsivâdan muhafaza edilmesi ve dâimâ hayır telkînlerine muhatap kılınması için, ruhaniyetlerinden feyiz alınabilecek gönül ehli sâlih ve sâdıklarla ünsiyet zarûrîdir. Çünkü her uzuvda bir irâde bulunmasına rağmen, yalnız kalpte irade yoktur ve kalp, çevresinden gelen tesirlerin kendisine telkîn ettiği istikâmete tâbî olmak temâyülündedir.
Kalp, içinde bulunduğu vasatın rengine, şekline ve âhengine bürünür. Ancak, bu hâl kalpte belli tesirlerin kök salıp yerleşmesindeki başlangıç hâlidir. Sonradan vâkî olan müspet veya menfî tesirler, evvelkilere benzerlik veya zıtlık sebebiyle müspet de olabilirler, menfî de. Lâkin kalp, başlangıçta iyi tesirlere tâbî kılınıp belli bir kıvâma getirilmedikçe, büyük bir tehlikeye mâruzdur. Zîrâ haricî tesirlere muhatap olan kalp, muhabbeti ölçüsünde onların etkisi altında kalırken; nefreti nispetinde de onları reddedici bir rol oynar. İşte bu sebepledir ki, insanın mânen yükselip alçalmasında, muhabbet ve husûmetin yerinde kullanılması pek mühim bir müessirdir. Gerçekten muhabbeti layığına, husûmeti de müstahakkına tevcîh edebilmek, sâhibini âbâd eder. Bunun aksine, muhabbeti lâyık olmayana, husûmeti ise gayr-ı müstahakkına tevcih ise, sahibini, bu tevcîhlerdeki isâbet ve şiddeti nispetinde bedbaht kılar.
Bu hakikat göz önünde tutulduğunda, mânevî terakkî için Allâh'ın sâlih kullarıyla berâber olup, onların tesir dâiresi içinde yaşamanın lüzûm ve ehemmiyeti, bâriz bir şekilde ortaya çıkar. Ancak, bu takdîrde de istifâde, muhâtaba duyulan muhabbet nispetinde gerçekleşir. Yoksa rûhî derinliğe bîgâne olarak kuru kuruya bir berâberlik, az çok bir fayda sağlasa da, matlup olan netîceyi hâsıl etmez. Bu hususta Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirruh-'tan nakledilen şu kıssa pek ibretlidir:
Müridlerinden biri Bâyezîd'e: "Efendim, kürkünüzden bir parça verseniz de teberrüken üzerimde taşısam!.." der. Bâyezîd ise cevâben: "- Oğlum, sen istikamet üzere olmadıktan sonra Bâyezîd'in kürküne değil, derisini yüzüp içine girsen bile fayda vermez!.." buyurur.
Bütün kâinatta bir aynîleşme temâyülü mevcûddur. Bu, varlığın aslının tek olmasından doğan bir keyfiyettir. Üstelik bu umûmî aynîleşme temâyülü, hem fizikî keyfiyetler hem de rûhî hâller için geçerlidir. Meselâ; bir odanın her hangi bir köşesinde keskin bir kokunun şişesi devrilse, bundan etrâfa yayılan râyiha, odayı dolduran havanın bütün zerrelerinde eşit hâle gelinceye kadar, o râyihayı fazlaca emmiş olan hava zerrelerinden diğer zerrelere doğru bir sirâyet (geçiş) cereyân eder. Sıcak soğuk gibi bütün zıt tecellîler için de aynen geçerli olan bu keyfiyet, bir fizik kânunudur. Ancak bu kânunun, beşerî hayâtta tezâhür edebilmesi için, aynîleşmeyi sağlayacak bir vâsıtaya ihtiyâç vardır ki, o da muhabbettir.
Halk lisanında bu nükteyi ifade maksadıyla "Kalpten kalbe yol vardır." şeklinde bir söz meşhûr olmuştur. Ekseriyetle güçlü ve enerjik şahsiyetler, zayıflara ilhâm kaynağı olagelmiştir. Esâsen insan tabiatında mevcut temâyüllerden biri de, taklit hissidir. Bir çocuk başlangıçta bütün fiil ve hareketlerini bu his ile tanzîm eder. Lâkin bu temâyül, hayat boyu az veya çok dâimâ mevcut olur. Bu bakımdan sâlih ve sâdıkların ibâdetlerindeki huşû, ahlâklarındaki yüksek seviye, şefkat, merhamet, rûhî incelik ve derinlikleri etrâfındakilerde bu hâli taklit ve takip hissi uyandırır. Nitekim mâzîsi cahiliye insanı olan sahabeler de, eşsiz bir nümûne şahsiyet olan Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e karşı duydukları bu his ile zirveleşmişlerdir.
Bizler, zahiri âlemdeki müşahedelerimizden biliriz ki, herhangi bir dersin hocası talebelerine kendisini sevdirirse, o ders talebeye kolay gelir ve huzûr verir. Çünkü muhabbet, zahmetleri rahmete inkılâp ettiren sihirli bir rol oynar. Sevilen bir meşgale ne kadar ağır olsa da kolaylıkla deruhte edilirken; sevilmeyen bir işin külfeti, gerçekte olduğundan kat be kat daha ağır gelir. Rûhta muhabbet vâkî olunca, yirmi rekâtlık teravih namazı hafif gelirken, muhabbetsiz kılınan dört rekâtlık sabah namazı ağır gelir. Bunun gibi davranışlardaki ağırlık ve tembellik de muhabbetsizliğin bir netîcesidir. İşte bu misâller tahlîl edildiğinde görülür ki, sâlih ve sâdıklarla berâberlikte muhabbet hisleriyle dolu olmak, mâneviyât yollarındaki nice güç yokuşları bertaraf eden rûhânî ve âdetâ sihirli bir tesiri haizdir.
Kalp, içinde bulunduğu vasatın rengine, şekline ve âhengine bürünür. Ancak, bu hâl kalpte belli tesirlerin kök salıp yerleşmesindeki başlangıç hâlidir. Sonradan vâkî olan müspet veya menfî tesirler, evvelkilere benzerlik veya zıtlık sebebiyle müspet de olabilirler, menfî de. Lâkin kalp, başlangıçta iyi tesirlere tâbî kılınıp belli bir kıvâma getirilmedikçe, büyük bir tehlikeye mâruzdur. Zîrâ haricî tesirlere muhatap olan kalp, muhabbeti ölçüsünde onların etkisi altında kalırken; nefreti nispetinde de onları reddedici bir rol oynar. İşte bu sebepledir ki, insanın mânen yükselip alçalmasında, muhabbet ve husûmetin yerinde kullanılması pek mühim bir müessirdir. Gerçekten muhabbeti layığına, husûmeti de müstahakkına tevcîh edebilmek, sâhibini âbâd eder. Bunun aksine, muhabbeti lâyık olmayana, husûmeti ise gayr-ı müstahakkına tevcih ise, sahibini, bu tevcîhlerdeki isâbet ve şiddeti nispetinde bedbaht kılar.
Bu hakikat göz önünde tutulduğunda, mânevî terakkî için Allâh'ın sâlih kullarıyla berâber olup, onların tesir dâiresi içinde yaşamanın lüzûm ve ehemmiyeti, bâriz bir şekilde ortaya çıkar. Ancak, bu takdîrde de istifâde, muhâtaba duyulan muhabbet nispetinde gerçekleşir. Yoksa rûhî derinliğe bîgâne olarak kuru kuruya bir berâberlik, az çok bir fayda sağlasa da, matlup olan netîceyi hâsıl etmez. Bu hususta Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirruh-'tan nakledilen şu kıssa pek ibretlidir:
Müridlerinden biri Bâyezîd'e: "Efendim, kürkünüzden bir parça verseniz de teberrüken üzerimde taşısam!.." der. Bâyezîd ise cevâben: "- Oğlum, sen istikamet üzere olmadıktan sonra Bâyezîd'in kürküne değil, derisini yüzüp içine girsen bile fayda vermez!.." buyurur.
Bütün kâinatta bir aynîleşme temâyülü mevcûddur. Bu, varlığın aslının tek olmasından doğan bir keyfiyettir. Üstelik bu umûmî aynîleşme temâyülü, hem fizikî keyfiyetler hem de rûhî hâller için geçerlidir. Meselâ; bir odanın her hangi bir köşesinde keskin bir kokunun şişesi devrilse, bundan etrâfa yayılan râyiha, odayı dolduran havanın bütün zerrelerinde eşit hâle gelinceye kadar, o râyihayı fazlaca emmiş olan hava zerrelerinden diğer zerrelere doğru bir sirâyet (geçiş) cereyân eder. Sıcak soğuk gibi bütün zıt tecellîler için de aynen geçerli olan bu keyfiyet, bir fizik kânunudur. Ancak bu kânunun, beşerî hayâtta tezâhür edebilmesi için, aynîleşmeyi sağlayacak bir vâsıtaya ihtiyâç vardır ki, o da muhabbettir.
Halk lisanında bu nükteyi ifade maksadıyla "Kalpten kalbe yol vardır." şeklinde bir söz meşhûr olmuştur. Ekseriyetle güçlü ve enerjik şahsiyetler, zayıflara ilhâm kaynağı olagelmiştir. Esâsen insan tabiatında mevcut temâyüllerden biri de, taklit hissidir. Bir çocuk başlangıçta bütün fiil ve hareketlerini bu his ile tanzîm eder. Lâkin bu temâyül, hayat boyu az veya çok dâimâ mevcut olur. Bu bakımdan sâlih ve sâdıkların ibâdetlerindeki huşû, ahlâklarındaki yüksek seviye, şefkat, merhamet, rûhî incelik ve derinlikleri etrâfındakilerde bu hâli taklit ve takip hissi uyandırır. Nitekim mâzîsi cahiliye insanı olan sahabeler de, eşsiz bir nümûne şahsiyet olan Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'e karşı duydukları bu his ile zirveleşmişlerdir.
Bizler, zahiri âlemdeki müşahedelerimizden biliriz ki, herhangi bir dersin hocası talebelerine kendisini sevdirirse, o ders talebeye kolay gelir ve huzûr verir. Çünkü muhabbet, zahmetleri rahmete inkılâp ettiren sihirli bir rol oynar. Sevilen bir meşgale ne kadar ağır olsa da kolaylıkla deruhte edilirken; sevilmeyen bir işin külfeti, gerçekte olduğundan kat be kat daha ağır gelir. Rûhta muhabbet vâkî olunca, yirmi rekâtlık teravih namazı hafif gelirken, muhabbetsiz kılınan dört rekâtlık sabah namazı ağır gelir. Bunun gibi davranışlardaki ağırlık ve tembellik de muhabbetsizliğin bir netîcesidir. İşte bu misâller tahlîl edildiğinde görülür ki, sâlih ve sâdıklarla berâberlikte muhabbet hisleriyle dolu olmak, mâneviyât yollarındaki nice güç yokuşları bertaraf eden rûhânî ve âdetâ sihirli bir tesiri haizdir.