TÜRKOĞLU
Aktif Üyemiz
.
Önce de değindiğimiz gibi, Anau medeniyetinin hemen ardından Mezopotamya’da insanlık tarihinin çok zengin uygarlığı Sümerler tarafından meydana getirilmiştir.
Tarih biliminin gelişmesi sonucunda Sümer ve Anu medeniyetleri arasında bulunan ilişkiler ve Sümerler ile Türklerin atalarının arasındaki akrabalık aydınlanmaktadır. Biz bu konudaki kendi düşüncemizi aşağıdaki bölümler esnasında izah etmeye çalışacağız.
Türk Ansiklopedisi adlı eserde Sümerler hakkında şu satırlar vardır: “Güney Mezopotamya’da Sümer ilinde yapılan arkeolojik araştırmalar, hususiyle Uruk harabesinde tespit edilen kültür katları ile, başka başka kazı merkezlerinde bunlara tekabül eden katlarda elde edilen ve asıl bu yerlerle temsil edilip onlara göre adlandırılan buluntuların mukayesesi Sümerlerin Aşağı Mezopotamya’nın yerli halkı olmadığını göstermektedir… Sümerlerin Güney Mezopotamya Uruk katı sonlarına doğru göç ettiklerinin delilleri olduğu söylenebilir…
Öte yandan Benno Landsberg’in tahlil ve teşhislerine göre, aslında tek heceli bir karakter arz eden Sümerceye, Sümerlerin Mezopotamya’ya göç edip yerleşmelerinden sonra birtakım iki veya daha fazla heceli ve Sümercenin bünyesinden farklı yer adları ile meslek adları ve diğer kültür kelimeleri girmiştir. Bu arkeolojik ve filolojik deliller, başta Frankfort olmak üzere, bazılarının Sümerlerin El-Ubeyd çağından beri Güney Mezopotamya’da mevcut oldukları görüşünü kabullenmeye imkan bırakmamaktadır. Sümerlerin umumiyetle Mezopotamya’ya doğudan geldikleri kabul edilmiştir. Tabii bu görüşte arkeolojik ve filolojik bakımlardan birtakım münasebet ve benzerliklerin tesiri bulunmaktadır…” Tanınmış Sümerolog Karmer de Sümerlerin Mezopotamya’ya dördüncü binin ikinci yarısında gelmiş olacaklarını ve ana yurtlarının bilinmediğini belirtmektedir. Onun kanaatince, Enmerkar ve Aratta üzerinde dönen, destani menkıbeler silsilesinden hükmedileceğine göre, ilk Sümer hükümdarları, belki Hazar Denizi çevresinde kurulmuş olan bir şehir devleti ile çok sıkı bir münasebete girmiş bulunuyorlardı. Bir ölçüde Ural-Altay dillerini hatırlatan Sümer dili de yapısı bakımından bir bitişken dildir ve bu dil vakıası da Aratta gibi aynı geniş sahaya işaret etmektedir.
Kramer tarafından Sümerlerin sıkı ilişkide olduğu ve onun fikrine göre Hazar çevresinde yer alan Aratta şehrinin Eski Türkmenistan’da olduğu konusunda Türkmenistan’ın ve bütün eski Sovyet Cumhuriyetlerinin ünlü bilim adamları tarafından yazılmış olan Sovyet Türkmenistanı adlı eserin birinci cildinde aşağıdaki bilgileri buluyoruz: “Margiyanalıların yerleştiği yurtlarının tümü konusunda, yerleştiği pek çok bölgenin susuzluktan çöl olmuşsa da, onların birkaç kentlerinin mevcut olduğu konusunda açıklamalar ve bilgiler vardır.
Part Margianası kentlerinin gerçek sayısı, birbirlerine göre coğrafî konumları bakımından doğru belirlenmiş olmasa da, M.Ö. 2. yüzyılın birinci yarısında yaşayan Klaudi Ptolomey tarafından yazılmıştır. O kentleri 102° ve 106° doğu boylamlarında gösterip, güneyden kuzeye doğru sayarak aşağıdaki dokuz kentin adını yazıyor: Nigeya (Niseya), Kamaguryana, Reya, Antihoya, Margiyana, Nasoi, Argadina (Aradena), Sena (Sina), ARATA ve Ariyaka”[16]. Yukarıda adı geçen ARATTA destanının metnini kitabın yer-yurt adları bölümünde tanıtacağız.
İranlı tarihçi Hasan Pirniya bu konuda şöyle yazıyor: ”
…. Ancak Akadların ve Sümerlerin nereden geldikleri konusunda Aşkabat’ın yakınındaki Anu, Astarabad’ın yakınındaki Türendepe, (bazılarına göre Turantepe B.G.) ve Daraygez’de (Güney Türkmenistan çevresi, B.G.) bulunan seramik eşyalar, kap kacaklar ve buna benzer şeylerin imalat ediliş şekilleri Elam tarzı ile aynı olup altın vazoların yüzünde ise Sümerlerin resimlerinin işlenmiş olmasını göz önüne alarak, bazı bilim adamları Elam Uygarlığı ile Güney ve Batı Türkmenistan uygarlığının birbiriyle ilişkisinin olması gerektiği kanaatine, belki de Sümerler de kuzey taraftan Basra Körfezine ve Babil düzlüğüne gelmiştir diyen düşünceye varmışlardır.”
Hasan Pirniya kendi kitabının girişinde dünyadaki mevcut dilleri ve eski dilleri üç gruba bölerek Elam ve Sümer dillerini Ural-Altay ve diğer bükünlü (iltisaki) dil grubuna koyuyor.
Türk tarihçisi Kamuran Gürün de Anu Medeniyeti ve onun tarihi dönemi (M.Ö. 8000-3900 araları) konusunda uzmanların ortaya koyduğu çeşitli fikirleri izah etmesinin yanı sıra Sümer medeniyetinin ve Sümerlerin menşeinin neresi olduğu hususundaki çeşitli fikirleri de (Türkmenistan, Hindistan, belki de üçüncü bir yer) analiz ediyor. Gürün burada Anu’dan elde edilen buluntuların bu konuların açığa kavuşmasındaki önemini vurguluyor.
Tarihçi Nissen Sümerlerin başka yerden gelmesini şöyle açıklıyor. “Mezopotamya’da M. Ö. 3200 yıllarında çok sınırlı bir dönem süresinde beklenilmedik bir durumda medeniyetin çeşitli yönleri kesin olarak değişmiştir. Bu değişmenin sadece eski kavmin yerini daha gelişmiş bir ülkeden gelen yeni bir kavimin alması ile gerçekleşmesi mümkündür.” Bundan başka da nüfus sayısında yedi kat bir artışın olduğunu zikrederek bu olayı Sümerlerin Mezopotamya’ya gelip yerleşmesi ile ilişkilendiriyor.
Gene bir İranlı tarihçi Meşkur da bu konuda şöyle yazıyor: “Babil’in ilk yerli kavimlerinin Sümerler ya da Samiler olduğu konusunda çeşitli görüşler var. Günümüzde alimlerin çoğunluğu Sümerlerin Babil’de yerleşmiş olduğunu savunuyorlar. Sümer yurdu Tevrat’ta Şenar adıyla geçiyor. Onların kendileri kendi yurtlarına Şumer demişlerdir. Sümer’de bulunan pirinç eşyalardan anlaşıldığına göre onlar Fırat etrafına birden bire beklenilmedik durumda gelip, medeniyetlerini ise Hazar Denizinin güney doğusundan kendileriyle getirmişlerdir. Ancak bazı bilim adamları ise bunların deniz tarafından geldiklerini öne sürmektedirler.”
Alman bilim adamı Oberhuber Die Kultur des Altesorientes adlı kitabında dünya uygarlığında yazının bulunması konusunda şöyle bir fikir öne sürüyor: “Sümerlere ait bulunmuş yazıların ve yazının sonraki olgunlaşma süreci ile ilgili belgelerdeki metinlerin çoğunluğu ticaret ve yönetim işlerine ait olduğu için bilim adamları yazının meydana gelmesinde ticarî ilişkilerin temel rolünün olduğunu vurguluyorlar. Bu düşüncenin savunucusu Heishelheim’in fikrine göre şehir medeniyeti sadece coğrafi şartların ya da kent uygarlığının ortaya çıkması sonunda teşekkül etmeyip belki ticari ilişkilerin ekonomide temel rol oynamasından kaynaklanmaktadır. Bu teorinin doğruluğunu ispat eden en inandırıcı delil ise Yakın-Doğu ve Orta Asya’nın ticari ilişkilerinin kesişim merkezinde yerleşen Hazar ötesindeki (Türkmenistan’da) doğunun en eski kenti Anu’dur.”
XI. yüzyılda yaşamış olan Kaşgarlı Mahmut dünya çapında tanınmış eseri Divan-ı Lügati’t Türk’te ve bunun gibi XIII. yüzyılda yaşayan ünlü tarihçi Hamedanlı Hoca Reşideddin Fazlullah’ın Câmîu’t Tevarih adlı eserinde Türklerin şeceresini Nuh’dan başlatıyorlar. Nuh ise bilim adamlarının açıklamasına göre Ziusudra adıyla Sümerler arasında yaşamış bilgin, belki de marangoz olmuştur. Nuh Tufanı Destanı ise tarihçilerin fikrine göre herhalde dünyayı su basanda (bazılarına göre Sümerlerin yurdunu) kendi yaptığı gemi ile bir grup insanı ölümden kurtarışını konu alan bir folklorik destandır. Bu destan zamanla dinî bir nitelik kazanarak Tevrat ve sonraki kutsal kitaplara girmiştir diye düşünülebilir
Belki yukarıda belirtilen ünlü tarihçilerin Türklerin aslını Nuh’tan getirmeleri ile ilgili görüşleri bir hayale dayalı olmayıp çok eski kaynaklara ve halk arasında uzun zamandan beri yaşaya gelen yaygın rivayetlere dayanmaktadır.
Nuh sözüne gelince, bu sözcük Sümer dilindeki NU sözü ile bir olup sonraki Sâmî Kavimler tarafından NUH şeklinde yazılmış olabilir. NU sözcüğünün Sümer dilindeki anlamları; insan, türetmek ve tohum demektir.[23] Bu söze anlam bakımından denk, yansıma bakımından da çok yakın kelimeler Altay dillerinde de vardır. Örneğin: Gold dilinde NAİ, Kore dilinde NEI, Mongol dilinde ise NİALMA, hepsi insan anlamındadır.Türkmenlerde de bir kimseyi övmek istediklerinde NAY BAŞI ibaresi kullanılmaktadır. Bu sözün de anlamı insanların en seçkini olsa gerek.
Türkmenistan ile Mezopotamya arasındaki tarihî ilişki konusunda Türkmen bilim adamlarının yazdığı son makaleler daha açık bilgiler vermektedir. Ödek Ödekof şöyle yazıyor: ”
… Yazarın Türkmen Boyu “Teke” ve “Göktürk” sözcüklerini açıklamaya sistematik yaklaşması, Türkmenlerin etnogenetik kökünü M.Ö. 3000. yıla götürmeye imkan verdi. Bunu çeşitli uzmanlar, tarihçiler, arkeologlar, dil bilimciler ve yazarlar teyit etmişlerdir. Bunun gibi yaklaşmanın esasında Şumerler (Sümerler) adının ve uygarlığının temel unsurunu izah etmeye Sümer yurdunda ve Altıntepe’de (Güney Türkmenistan) yaşayan halkların birbirleriyle akraba olduklarını ispat etmeye imkan buluyoruz. Böylece, Sümer yurdunda yaşayan SAKGİK halkı Altıntepe uygarlığını türeten halkların doğrudan nesilleridir diyen tarihi sonuca varmak mümkündür.”[2
Gulla da “Türkmenlerin ataları sayılan ve Mezopotamya’ya göç eden Sümerler sonra Akkatlar, Elamlılar konusundaki bilimsel kaynaklar oraya göçmeyi M.Ö. 4000 yılına tarihlendirmektedir. Ancak bu dönem Anû medeniyetinin gelişmiş bir dönemine rastlamaktadır. Bu nedenle onların kendi vatanlarını ekonomik düzey ve uygarlık seviyesinin yüksek olduğu bir dönemde terk etmelerini anlamak zordur. Ancak M.Ö. 4000 yıllarının sonları ve 3000 yıllarının başlarında o döneme göre ekonomi ve uygarlık bakımından gelişmiş GÖKSÜYRÜ´nün (Türkmenistan’da) dokuz obasının hepsi boşalmıştır. Bu göçün sebebi ise o dönemde OKS diye adlandırılan şimdiki Tecen ırmağının suyunun bu günkü İran toprağından kasıtlı olarak azaltılmasıdır. Bu, rutubetin azalması nedeniyle, Karakum (şimdi Türkmenistan’ın % 80’i teşkil eden bir saha) alanının çölleşmesine neden olmuştur. Bu sürecin başlaması ile M.Ö. 4000 yıllarının sonunda Göksurililerin, sonra Sümerler adını alan büyük bir kesimi, bol su arayarak Mezopotomya’ya giden kavim olması mümkündür.”
Sümerologların birkaçı Sümer dilinin Hindistan’da Aryanlardan önce yaşayan ve dilleri Ural-Altay dil karakterine sahip olan DRAVİDA’ların diline benzerliğini de göz önünde tutarak belki de Sümerler şimdiki İran’ın güneyinden geçerek Mezopotamya’ya ulaşmışlardır demektedir. Ancak o dönem doğal şartlarının şimdiki İran’ın doğusunda çok büyük ve sıcak çölleri meydana getirdiğini dikkate alarak bunun mümkün olacağına inanmanın çok zor olacağı sonucuna varıyorlar.
Bu ihtimali öne sürenlerin biri ise Soden’dir. O sözünün devamında der: “Bu eklemeli karakterli bir dile sahip olan Dravidalar Hindistan’daki zengin uygarlığın yaratıcısı sayılırlar. Hindistan’a en son nüfuz eden (arileşen) Aryanlar ise onları Doğu Hindistan’a sürüyorlar. Ancak, Dravidaları batıya göçmeye neyin mecbur ettiğini anlamak ve onların M.Ö. 4000 yılının hangi kesiminde göç ettiğini tespit etmek çok zordur”
Dravidalar konusunda Sümerolog Hommel de şu açıklamalarda bulunmaktadır: “Kollar (Kolhlar) Hindistan’ın yerli nüfusunun son kalıntılarıdır. Sonra Turanlı (Türkistanlı) Dravidalar Hindistan’a geliyorlar, en sonunda da Aryanlar gelip Dravidaları Doğu Hindistan’a sürmüşlerdir.Dravidi dilinde konuşan nüfusun günümüzdeki sayısı yaklaşık 200 milyon olup Hindistan yarımadasının 1/4’ünü oluştururlar. Bu dil, özellikle onun Tamilce lehçesi güçlü edebiyatı, eski metinleri ve M.Ö. 300 yıllarına kadar giden geçmişi ile kendi karakterini korumaktadır. Bu dil Tamil, Andrapradaş ve Misur gibi birkaç yurtta resmi devlet dilidir”
Sümerlerin Orta Asya’dan gelmeleri konusunda bilimsel gerçekler daha çoktur. Ancak biz metnin bu bölümünü bu konuda yazılan en son eserlerin birine müracaat ederek noktalıyoruz: “Sümerlerin (M.Ö. 3300) Orta Asya’dan gelme ihtimali aşağıdaki şu faktörlerle açıklanıyor. Onların dillerinin Altay-Türk dillerine benzerliği, tapınaklarının mimari şekilleri ve süslemelerinin dağ tapınaklarına benzemesi ve genellikle yazıda kullanılan ideogramlarının (belgilerinin) dağ yurtlarıyla benzerlik göstermesidir. Sümerlerin dini inançlarının kökünün de Orta Asya ya da Bakterya’dan olduğunu kanıtlayacak anlamlı şeyler vardır: Dağ tapınakları, dağ öküzüne secde etmek ve ek olarak Orta Asya’da olduğu gibi kralın muhafızlarının o öldüğü zaman, kendilerini zehirleyerek intihar etmeleri…”
]Türkmenlerin Ataları ile Sümerler ve Eski Türkmenistan ile Mezopotamya İlişkileri
Önce de değindiğimiz gibi, Anau medeniyetinin hemen ardından Mezopotamya’da insanlık tarihinin çok zengin uygarlığı Sümerler tarafından meydana getirilmiştir.
Tarih biliminin gelişmesi sonucunda Sümer ve Anu medeniyetleri arasında bulunan ilişkiler ve Sümerler ile Türklerin atalarının arasındaki akrabalık aydınlanmaktadır. Biz bu konudaki kendi düşüncemizi aşağıdaki bölümler esnasında izah etmeye çalışacağız.
1.Tarihi Gerçekler:
Türk Ansiklopedisi adlı eserde Sümerler hakkında şu satırlar vardır: “Güney Mezopotamya’da Sümer ilinde yapılan arkeolojik araştırmalar, hususiyle Uruk harabesinde tespit edilen kültür katları ile, başka başka kazı merkezlerinde bunlara tekabül eden katlarda elde edilen ve asıl bu yerlerle temsil edilip onlara göre adlandırılan buluntuların mukayesesi Sümerlerin Aşağı Mezopotamya’nın yerli halkı olmadığını göstermektedir… Sümerlerin Güney Mezopotamya Uruk katı sonlarına doğru göç ettiklerinin delilleri olduğu söylenebilir…
Öte yandan Benno Landsberg’in tahlil ve teşhislerine göre, aslında tek heceli bir karakter arz eden Sümerceye, Sümerlerin Mezopotamya’ya göç edip yerleşmelerinden sonra birtakım iki veya daha fazla heceli ve Sümercenin bünyesinden farklı yer adları ile meslek adları ve diğer kültür kelimeleri girmiştir. Bu arkeolojik ve filolojik deliller, başta Frankfort olmak üzere, bazılarının Sümerlerin El-Ubeyd çağından beri Güney Mezopotamya’da mevcut oldukları görüşünü kabullenmeye imkan bırakmamaktadır. Sümerlerin umumiyetle Mezopotamya’ya doğudan geldikleri kabul edilmiştir. Tabii bu görüşte arkeolojik ve filolojik bakımlardan birtakım münasebet ve benzerliklerin tesiri bulunmaktadır…” Tanınmış Sümerolog Karmer de Sümerlerin Mezopotamya’ya dördüncü binin ikinci yarısında gelmiş olacaklarını ve ana yurtlarının bilinmediğini belirtmektedir. Onun kanaatince, Enmerkar ve Aratta üzerinde dönen, destani menkıbeler silsilesinden hükmedileceğine göre, ilk Sümer hükümdarları, belki Hazar Denizi çevresinde kurulmuş olan bir şehir devleti ile çok sıkı bir münasebete girmiş bulunuyorlardı. Bir ölçüde Ural-Altay dillerini hatırlatan Sümer dili de yapısı bakımından bir bitişken dildir ve bu dil vakıası da Aratta gibi aynı geniş sahaya işaret etmektedir.
Kramer tarafından Sümerlerin sıkı ilişkide olduğu ve onun fikrine göre Hazar çevresinde yer alan Aratta şehrinin Eski Türkmenistan’da olduğu konusunda Türkmenistan’ın ve bütün eski Sovyet Cumhuriyetlerinin ünlü bilim adamları tarafından yazılmış olan Sovyet Türkmenistanı adlı eserin birinci cildinde aşağıdaki bilgileri buluyoruz: “Margiyanalıların yerleştiği yurtlarının tümü konusunda, yerleştiği pek çok bölgenin susuzluktan çöl olmuşsa da, onların birkaç kentlerinin mevcut olduğu konusunda açıklamalar ve bilgiler vardır.
Part Margianası kentlerinin gerçek sayısı, birbirlerine göre coğrafî konumları bakımından doğru belirlenmiş olmasa da, M.Ö. 2. yüzyılın birinci yarısında yaşayan Klaudi Ptolomey tarafından yazılmıştır. O kentleri 102° ve 106° doğu boylamlarında gösterip, güneyden kuzeye doğru sayarak aşağıdaki dokuz kentin adını yazıyor: Nigeya (Niseya), Kamaguryana, Reya, Antihoya, Margiyana, Nasoi, Argadina (Aradena), Sena (Sina), ARATA ve Ariyaka”[16]. Yukarıda adı geçen ARATTA destanının metnini kitabın yer-yurt adları bölümünde tanıtacağız.
İranlı tarihçi Hasan Pirniya bu konuda şöyle yazıyor: ”
…. Ancak Akadların ve Sümerlerin nereden geldikleri konusunda Aşkabat’ın yakınındaki Anu, Astarabad’ın yakınındaki Türendepe, (bazılarına göre Turantepe B.G.) ve Daraygez’de (Güney Türkmenistan çevresi, B.G.) bulunan seramik eşyalar, kap kacaklar ve buna benzer şeylerin imalat ediliş şekilleri Elam tarzı ile aynı olup altın vazoların yüzünde ise Sümerlerin resimlerinin işlenmiş olmasını göz önüne alarak, bazı bilim adamları Elam Uygarlığı ile Güney ve Batı Türkmenistan uygarlığının birbiriyle ilişkisinin olması gerektiği kanaatine, belki de Sümerler de kuzey taraftan Basra Körfezine ve Babil düzlüğüne gelmiştir diyen düşünceye varmışlardır.”
Hasan Pirniya kendi kitabının girişinde dünyadaki mevcut dilleri ve eski dilleri üç gruba bölerek Elam ve Sümer dillerini Ural-Altay ve diğer bükünlü (iltisaki) dil grubuna koyuyor.
Türk tarihçisi Kamuran Gürün de Anu Medeniyeti ve onun tarihi dönemi (M.Ö. 8000-3900 araları) konusunda uzmanların ortaya koyduğu çeşitli fikirleri izah etmesinin yanı sıra Sümer medeniyetinin ve Sümerlerin menşeinin neresi olduğu hususundaki çeşitli fikirleri de (Türkmenistan, Hindistan, belki de üçüncü bir yer) analiz ediyor. Gürün burada Anu’dan elde edilen buluntuların bu konuların açığa kavuşmasındaki önemini vurguluyor.
Tarihçi Nissen Sümerlerin başka yerden gelmesini şöyle açıklıyor. “Mezopotamya’da M. Ö. 3200 yıllarında çok sınırlı bir dönem süresinde beklenilmedik bir durumda medeniyetin çeşitli yönleri kesin olarak değişmiştir. Bu değişmenin sadece eski kavmin yerini daha gelişmiş bir ülkeden gelen yeni bir kavimin alması ile gerçekleşmesi mümkündür.” Bundan başka da nüfus sayısında yedi kat bir artışın olduğunu zikrederek bu olayı Sümerlerin Mezopotamya’ya gelip yerleşmesi ile ilişkilendiriyor.
Gene bir İranlı tarihçi Meşkur da bu konuda şöyle yazıyor: “Babil’in ilk yerli kavimlerinin Sümerler ya da Samiler olduğu konusunda çeşitli görüşler var. Günümüzde alimlerin çoğunluğu Sümerlerin Babil’de yerleşmiş olduğunu savunuyorlar. Sümer yurdu Tevrat’ta Şenar adıyla geçiyor. Onların kendileri kendi yurtlarına Şumer demişlerdir. Sümer’de bulunan pirinç eşyalardan anlaşıldığına göre onlar Fırat etrafına birden bire beklenilmedik durumda gelip, medeniyetlerini ise Hazar Denizinin güney doğusundan kendileriyle getirmişlerdir. Ancak bazı bilim adamları ise bunların deniz tarafından geldiklerini öne sürmektedirler.”
Alman bilim adamı Oberhuber Die Kultur des Altesorientes adlı kitabında dünya uygarlığında yazının bulunması konusunda şöyle bir fikir öne sürüyor: “Sümerlere ait bulunmuş yazıların ve yazının sonraki olgunlaşma süreci ile ilgili belgelerdeki metinlerin çoğunluğu ticaret ve yönetim işlerine ait olduğu için bilim adamları yazının meydana gelmesinde ticarî ilişkilerin temel rolünün olduğunu vurguluyorlar. Bu düşüncenin savunucusu Heishelheim’in fikrine göre şehir medeniyeti sadece coğrafi şartların ya da kent uygarlığının ortaya çıkması sonunda teşekkül etmeyip belki ticari ilişkilerin ekonomide temel rol oynamasından kaynaklanmaktadır. Bu teorinin doğruluğunu ispat eden en inandırıcı delil ise Yakın-Doğu ve Orta Asya’nın ticari ilişkilerinin kesişim merkezinde yerleşen Hazar ötesindeki (Türkmenistan’da) doğunun en eski kenti Anu’dur.”
XI. yüzyılda yaşamış olan Kaşgarlı Mahmut dünya çapında tanınmış eseri Divan-ı Lügati’t Türk’te ve bunun gibi XIII. yüzyılda yaşayan ünlü tarihçi Hamedanlı Hoca Reşideddin Fazlullah’ın Câmîu’t Tevarih adlı eserinde Türklerin şeceresini Nuh’dan başlatıyorlar. Nuh ise bilim adamlarının açıklamasına göre Ziusudra adıyla Sümerler arasında yaşamış bilgin, belki de marangoz olmuştur. Nuh Tufanı Destanı ise tarihçilerin fikrine göre herhalde dünyayı su basanda (bazılarına göre Sümerlerin yurdunu) kendi yaptığı gemi ile bir grup insanı ölümden kurtarışını konu alan bir folklorik destandır. Bu destan zamanla dinî bir nitelik kazanarak Tevrat ve sonraki kutsal kitaplara girmiştir diye düşünülebilir
Belki yukarıda belirtilen ünlü tarihçilerin Türklerin aslını Nuh’tan getirmeleri ile ilgili görüşleri bir hayale dayalı olmayıp çok eski kaynaklara ve halk arasında uzun zamandan beri yaşaya gelen yaygın rivayetlere dayanmaktadır.
Nuh sözüne gelince, bu sözcük Sümer dilindeki NU sözü ile bir olup sonraki Sâmî Kavimler tarafından NUH şeklinde yazılmış olabilir. NU sözcüğünün Sümer dilindeki anlamları; insan, türetmek ve tohum demektir.[23] Bu söze anlam bakımından denk, yansıma bakımından da çok yakın kelimeler Altay dillerinde de vardır. Örneğin: Gold dilinde NAİ, Kore dilinde NEI, Mongol dilinde ise NİALMA, hepsi insan anlamındadır.Türkmenlerde de bir kimseyi övmek istediklerinde NAY BAŞI ibaresi kullanılmaktadır. Bu sözün de anlamı insanların en seçkini olsa gerek.
Türkmenistan ile Mezopotamya arasındaki tarihî ilişki konusunda Türkmen bilim adamlarının yazdığı son makaleler daha açık bilgiler vermektedir. Ödek Ödekof şöyle yazıyor: ”
… Yazarın Türkmen Boyu “Teke” ve “Göktürk” sözcüklerini açıklamaya sistematik yaklaşması, Türkmenlerin etnogenetik kökünü M.Ö. 3000. yıla götürmeye imkan verdi. Bunu çeşitli uzmanlar, tarihçiler, arkeologlar, dil bilimciler ve yazarlar teyit etmişlerdir. Bunun gibi yaklaşmanın esasında Şumerler (Sümerler) adının ve uygarlığının temel unsurunu izah etmeye Sümer yurdunda ve Altıntepe’de (Güney Türkmenistan) yaşayan halkların birbirleriyle akraba olduklarını ispat etmeye imkan buluyoruz. Böylece, Sümer yurdunda yaşayan SAKGİK halkı Altıntepe uygarlığını türeten halkların doğrudan nesilleridir diyen tarihi sonuca varmak mümkündür.”[2
Gulla da “Türkmenlerin ataları sayılan ve Mezopotamya’ya göç eden Sümerler sonra Akkatlar, Elamlılar konusundaki bilimsel kaynaklar oraya göçmeyi M.Ö. 4000 yılına tarihlendirmektedir. Ancak bu dönem Anû medeniyetinin gelişmiş bir dönemine rastlamaktadır. Bu nedenle onların kendi vatanlarını ekonomik düzey ve uygarlık seviyesinin yüksek olduğu bir dönemde terk etmelerini anlamak zordur. Ancak M.Ö. 4000 yıllarının sonları ve 3000 yıllarının başlarında o döneme göre ekonomi ve uygarlık bakımından gelişmiş GÖKSÜYRÜ´nün (Türkmenistan’da) dokuz obasının hepsi boşalmıştır. Bu göçün sebebi ise o dönemde OKS diye adlandırılan şimdiki Tecen ırmağının suyunun bu günkü İran toprağından kasıtlı olarak azaltılmasıdır. Bu, rutubetin azalması nedeniyle, Karakum (şimdi Türkmenistan’ın % 80’i teşkil eden bir saha) alanının çölleşmesine neden olmuştur. Bu sürecin başlaması ile M.Ö. 4000 yıllarının sonunda Göksurililerin, sonra Sümerler adını alan büyük bir kesimi, bol su arayarak Mezopotomya’ya giden kavim olması mümkündür.”
Sümerologların birkaçı Sümer dilinin Hindistan’da Aryanlardan önce yaşayan ve dilleri Ural-Altay dil karakterine sahip olan DRAVİDA’ların diline benzerliğini de göz önünde tutarak belki de Sümerler şimdiki İran’ın güneyinden geçerek Mezopotamya’ya ulaşmışlardır demektedir. Ancak o dönem doğal şartlarının şimdiki İran’ın doğusunda çok büyük ve sıcak çölleri meydana getirdiğini dikkate alarak bunun mümkün olacağına inanmanın çok zor olacağı sonucuna varıyorlar.
Bu ihtimali öne sürenlerin biri ise Soden’dir. O sözünün devamında der: “Bu eklemeli karakterli bir dile sahip olan Dravidalar Hindistan’daki zengin uygarlığın yaratıcısı sayılırlar. Hindistan’a en son nüfuz eden (arileşen) Aryanlar ise onları Doğu Hindistan’a sürüyorlar. Ancak, Dravidaları batıya göçmeye neyin mecbur ettiğini anlamak ve onların M.Ö. 4000 yılının hangi kesiminde göç ettiğini tespit etmek çok zordur”
Dravidalar konusunda Sümerolog Hommel de şu açıklamalarda bulunmaktadır: “Kollar (Kolhlar) Hindistan’ın yerli nüfusunun son kalıntılarıdır. Sonra Turanlı (Türkistanlı) Dravidalar Hindistan’a geliyorlar, en sonunda da Aryanlar gelip Dravidaları Doğu Hindistan’a sürmüşlerdir.Dravidi dilinde konuşan nüfusun günümüzdeki sayısı yaklaşık 200 milyon olup Hindistan yarımadasının 1/4’ünü oluştururlar. Bu dil, özellikle onun Tamilce lehçesi güçlü edebiyatı, eski metinleri ve M.Ö. 300 yıllarına kadar giden geçmişi ile kendi karakterini korumaktadır. Bu dil Tamil, Andrapradaş ve Misur gibi birkaç yurtta resmi devlet dilidir”
Sümerlerin Orta Asya’dan gelmeleri konusunda bilimsel gerçekler daha çoktur. Ancak biz metnin bu bölümünü bu konuda yazılan en son eserlerin birine müracaat ederek noktalıyoruz: “Sümerlerin (M.Ö. 3300) Orta Asya’dan gelme ihtimali aşağıdaki şu faktörlerle açıklanıyor. Onların dillerinin Altay-Türk dillerine benzerliği, tapınaklarının mimari şekilleri ve süslemelerinin dağ tapınaklarına benzemesi ve genellikle yazıda kullanılan ideogramlarının (belgilerinin) dağ yurtlarıyla benzerlik göstermesidir. Sümerlerin dini inançlarının kökünün de Orta Asya ya da Bakterya’dan olduğunu kanıtlayacak anlamlı şeyler vardır: Dağ tapınakları, dağ öküzüne secde etmek ve ek olarak Orta Asya’da olduğu gibi kralın muhafızlarının o öldüğü zaman, kendilerini zehirleyerek intihar etmeleri…”